Londra’da Dil Eğitimine Nasıl Giderim? Maliyeti Nedir?

Günümüzde bir dünya vatandaşı olmak istiyorsak en az bir yabancı dil bilmemiz şart. Yabancı dil deyince de aklımıza evrenselliğiyle İngilizce geliyor. İngilizce öğrenmek çoğumuz için oldukça zor ama, bir çoğumuz için de oldukça kolay bir aktivite.

Aslında dil öğrenmeyi bir kere keşfettiğiniz zaman o kadar zevk alıyorsunuz ki bundan sonra diğer dilleri öğrenmeniz de çok daha kolay olmuş oluyor. Ama önemli olan o ilk kırılımı yaşamak. İlk kırılımı peki nerede yaşayacaksınız? Bunu Türkiye’de de yaşayabilirsiniz veya yurtdışında dil eğitimi alarak da.

Ben de bu deneyimi yaşamak için İngiltere’ye gittim ve Londra’da iki aylık dil eğitimi aldım. İşte bu videomda ve yazımda sizlere yaşadığım bütün bu süreçle ilgili deneyimlerimi aktarmak istiyorum. Eğer gitme kararı aldıysanız veya tam karar verecek aşamadıysanız, bu içerik sizin için çok önemli olabilir. Haydi başlayalım 🙂


Nereden başlamak gerek?

Başlamak, başarmanın yarısıdır derler. O nedenle nereden başlayacağımızı bilirsek, aslında geri kalan süreç çorap söküğü gibi geliyor. Hepinizin tıkandığı ilk nokta nereden başlayacağınızı bilememek. Yani bir dil eğitimi almak için hangi ülkeye gitmemiz gerekiyor., hangi ülke daha benim için avantajlı, maddiyat olarak beni hangisi daha çok cezbediyor veya hangisine gidebilmem daha kolay…

İlk olarak bunları düşünmeye başlıyoruz. Ben de ilk önce bunları düşündüm, masaya yatırdım, en iyi alternatifi bulmaya çalıştım. Nasıl bulduğumu biraz aktarmak istiyorum.

Yurtdışında dil eğitimi deyince aklımıza aslında 3 tane alternatif çıkıyor. Bunlardan bir tanesi ve en ucuz olanı Malta, bir diğeri İngiltere ki nispeten biraz daha bize yakın olduğu için daha mantıklı. Ve bir de Amerika var. O da okyanus ötesi ve belki maliyetlerimizin biraz daha arttığı bir seçenek. Buna rağmen okul ücretlerinin nispeten daha ucuz olduğu bir yer. Bu üçü arasındaki tercih yapmak, biraz da ihtiyaçlarınıza göre değişiyor.

Çünkü İngiltere ve Amerika arasında düşününce, bütçesel olarak çok fazla bir fark yok. Tam tersi belki Amerika daha ucuz olabilir okullar konusunda. Ama oranın da uçak masrafı, ulaşımı çok pahalı. Malta’yı insanların tercih etmesinin sebebi ise fiyat olarak biraz daha uygun olması.

Benim gönlüm İngiltere’den yanaydı. Çünkü hem oradaki kültürü görmek istiyordum, hem de insanlar günlük hayatında İngilizce’yi nasıl konuştuğunu gözümle görmek istedim. Ve bir yandan da güzel bir İngiltere tatili yaşamak istedim kendimce. Bu nedenle rotamı İngiltere’ye çevirdim.

Eğer sizler de benim gibi seyahat seven birisiyseniz veya yeni kültürler keşfetmeyi seviyorsanız, tercihiniz mutlaka İngiltere olmalı. Çünkü görülecek o kadar çok şey var ki, ne kadar hayran olduğumu anlatamam.

Ama üçünü düşünürken de zaten dikkat etmemiz gereken tek bir şey var, o da döviz. Çünkü Türk Lirası kazanıp da ödeme yapacağız. Yani İngiltere’ye gidince “pound” ödeyeceğiz, Amerika’ya gidince “dolar” ödeyeceğiz. Benim gittiğim zaman pound 5 liraydı, o nedenle 5 ile çarpıyorduk. Ama şu an 8,5 ile falan çarpıyoruz. Dolar da hak keza öyle. Yani biraz bütçeniz ve fiyat alternatiflerinize göre tercihleriniz değişiyor. O nedenle ben bana en yakın mantıklı olan seçenek olan İngiltere’yi tercih ettim.

Londra Big Ben (Elizabeth Kulesi) - © Fotoğraf: David Dibert / Unsplash
Londra Big Ben (Elizabeth Kulesi) – © Fotoğraf: David Dibert / Unsplash

Okulumu nasıl bulabilirim?

Şimdi rotamızı seçtikten sonra ilk aklımıza gelen soru: nerede okuyacağız? İngiltere gerçekten de büyük bir derya, istediğiniz her yerde okuyabilirsiniz, çok fazla sayıda okul var. Ama hangisi daha başarılı, bunlardan hangisini tercih etmeliyim aşamasına geldiğiniz zaman oldukça zorlanıyorsunuz. Ben de oldukça zorlandım. Birçok okul araştırdım. Hepsinin yorumlarını okudum. Yani inanılmaz bir araştırma yapmak zorundasınız, en iyi alternatifi bulabilmek için. Bu aslında işin cilvesi. Başlamadan önce bu yaptığınız araştırma sırasında İngiltere kültürü hakkında birçok şeyi de öğrenmiş oluyorsunuz. Ben kişisel olarak araştırmayı çok sevdiğim için bu beni çok fazla zorlamadı, hatta çok da hoşuma giden verimli bir süreç oldu benim için.

Hepimizin aklına gelen ilk şey Google’a girip “İngiltere’de hangi okula gidilir” yazmak herhalde. Ben de öyle yaptım ve ilk olarak onlardan başladım. Ama karşıma çıkan makalelerin çoğu sponsorlu olabiliyor. O nedenle çok objektif bir yorum göremiyorsunuz. Girdiğiniz ilk siteler bu konuda çok fazla sponsorluk alıyorlar ve sizleri yanıltabiliyorlar. Aslında çok kötü bir okulu size çok harikaymış gibi gösterip müşteri kazanmaya çalışıyor olabilirler.

Bu konuda çok dikkatli olmalısınız, çünkü hayatınızda bir kere gideceksiniz. Belki yüklü bir miktarda para vereceksiniz. Vereceğiniz bu paranın çöpe gitmesini istemiyorsanız, girdiğiniz ilk siteye tıklayıp da, ilk gördüğünüz okula başvurmaya çalışmayın. Çünkü bu okulun mutlaka o site ile bir anlaşması vardır ve o ilk sıraya çıkmasının da bir nedeni vardır. Bunu öncelikle unutmayalım.

Kendi imkanlarınızla araştırıp, okulun direkt kendi internet sitesinden de başvuru yapabilirsiniz. Onlar size ulaşıyorlar, ama tabii ki de İngilizce ulaşıyorlar. Türkçe bilen danışmanları her okulun yok. Sizi aradığı zaman da o muhteşem İngiliz aksanı ile konuştukları için siz gitmeden aslında okuldan soğumaya başlayabilirsiniz. Belki anlayamayabilirsiniz ilk başlarda. Bu nedenle Türkçe bilen bir danışman tutmak her zaman daha mantıklı oluyor.

Bu süreçte benim çok fazla vaktim yoktu. Çünkü çalışıyordum ve sabit bir işteydim. Hani hafta içi çalış, akşam git okul araştır falan çok yorucu bir süreçti. O nedenle danışman tutmak istedim.

Danışmanların şöyle bir avantajı var. Okullarla bazen özel anlaşmalar yapabiliyorlar ve özel fiyatlandırmalara da sahip olabiliyorlar. Bu nedenle bir danışmanla bu işi halletmeniz sizin kolayınıza gelebilir. Tabi danışman bulmadan önce benim yaptığım bir şey, dil eğitimi fuarlarına gitmek oldu. İstanbul’da ve Türkiye’nin çoğu yerinde yapılıyor. Yani yabancı dil okullarının temsilcileri bu fuara geliyorlar ve sizlerle birebir görüşmeler yapıp fiyat teklifi sunuyorlar. Aslında en mantıklı atacağınız adım burası olabilir. GittiğiNiz zaman bütün okulları yan yana görüyorsunuz, fiyat alabiliyorsunuz. Oradaki temsilcilerden gidip bilgi almak daha iyi. Çünkü araya komisyon alan bir kişi de girmediği için fiyat olarak belki daha makul olabilir sizler için.

Ben ne yaptım: Danışman tuttum. Ama danışmanı da zaten o fuarda bulmuştum, daha önce tanıdığım bir arkadaşımdı. Daha sonrasında bu fuarda gördüm ve bir okulun standının başındaydı. “Sen ne yapıyorsun burada?” falan derken, meğer o da bu danışmanlık işini yapıyormuş ve öğrencileri İngiltere’ye gönderiyormuş. Ben de onunla çalıştım. Dedim o zaman sen beni gönder bir okula.

O bana birçok tavsiyede bulundu. Mailler attı, linkler attı, odaların fiyatlarını gösterdi; fotoğraflarını gösteriyor, okul ile konuşuyor vs. Hepsini kendisi hallettiği için benim oldukça büyük bir zamanımı kurtardı. Kendisine buradan da teşekkür etmiş olayım. Bir yandan da arkadaşım olduğu için de işimi çok daha rahat çözmüş oldum. Tanımadığınız bir danışmanla çalışmaya güvenemeyebilirsiniz ama. Ben en azından bu noktada güven problemi yaşamadım. Karşımda bir çok alternatif vardı hem pahalı, hem ucuz. Ben ikisinin ortasını tercih ettim çünkü en pahalı okulda dil eğitimi almam hiçbir şey değiştirmeyecek. Ama en ucuz okulda da almak istemem tabii, onların da öğretmen kalitesi farklı oluyor. O nedenle orta seviyede bir okulda giderseniz, bence sizin için de faydalı olur. Çünkü dil eğitimi aldığınız sürede sadece okulda aldığınız bilgiler yetmiyor. Okuldaki bilgiler sizin gelişiminiz için ve öğrenmeniz için önemli, ama bence asıl dil eğitimini okuldan sonra başlıyor.

Okuldan çıktıktan sonra İngiltere’de yaşamaya, hayatın içerisine karıştığınız zaman, asıl dil eğitimi orada başlıyor bence. O nedenle en pahalısına gitmeye çalışmayın, en ucuzuna da gitmeye çalışmayın. Ortasını bulabilirsiniz bence, orta seviye okullar kendini belli ediyor.

Eğer hangi okulda okuyacağımızın kararını aldıysak, şimdi sıra geldi o okulla irtibata geçmeye. Danışmanınız bu konuda sizin için irtibata geçiyor olabilir, ama bireysel olarak siz de irtibata geçiyor olabilirsiniz. Size hemen tarifelerini gönderecekler. Birçok şey karşınıza çıkacak. Sadece ders almak yetmiyor, bir de bunun konaklaması var.

Az önce de ifade ettiğim, bence tüm hayatınızı okulda geçirmelisiniz. Yani İngiltere gidiyorsanız sadece okulda dil eğitimi almamalısınız. Çünkü öyle yapacaksınız zaten Türkiye’de de dil okulları var. Gidin, bütün gün okulda geçirin. Zaten pratik yapmamız için geriye çok az bir zaman kalıyor. Onu da herhalde bir turist bulursunuz, Sultanahmet’te çevirip. İngiltere’ye gidiyorsanız bunun bir anlamı olmalı. Bence gittiğiniz zaman okulun saatini mümkün olduğunca az almalısınız, sosyal hayatınıza daha çok zaman ayırmalısınız.

Peki ben ne yaptım? Tabii ki de öğleye kadar olan alternatifi seçtim. Hem maliyet olarak biraz daha uyguna geldi. Hem de sabah gittiğiniz zaman, erkenden kalkıyorsunuz, gidiyorsunuz. Öğlen, tam güzel bir vakitte okuldan çıkıyorsunuz. Sonra bütün hayat sizin oluyor. Artık İngiltere’nin istediğiniz her yerini keşfedebilirsiniz. Çünkü asıl öğrenme dediğim gibi okuldan sonra başlıyor.

Londra Aziz Paul Katedrali (St. Paul's) - © Fotoğraf: Sven Hansche / Shutterstock
Londra Aziz Paul Katedrali (St. Paul’s) – © Fotoğraf: Sven Hansche / Shutterstock

Nerede konaklarım? Aile yanı iyi mi?

Bence asıl maliyet zaten okulun kendisi değil, konaklama. Çünkü İngiltere, özellikle Londra, konaklama konusunda oldukça pahalı bir şehir. Londra zaten genel olarak pahalı bir şehir, ama konaklaması daha da pahalı. Konaklama konusunda öne çıkan iki önemli konu var. Bunlardan biri “Aile yanında mı kalacağım?”, yoksa “Kendini özel bir orada mı kalacağım?”, yoksa kendime özel oda gibi yapıp da, birisiyle mi paylaşacağım? Yani “shared room” deniyor. Ondan mı tercih edeceğim?

Benim bu konuda kafam çok karışıktı. Aile yanını bir yandan istiyordum çünkü çok daha rahat pratik yapabilirdim. Aile yanında kalmanın çok fazla zorlukları da var. Yani sonuçta herkesin kültürü bir değil. Kendi temizliğinize çok önem veriyorsunuzdur. Veya yemek yerken belli bir saatleriniz vardır. Veya saatiniz yoktur çok düzensiz takılıyorsunuzdur vs. Ama gittiğiniz zaman bir aile var sonuçta orada, bir yaşam dönüyor. Ne yazık ki onların kurallarına uymak zorundasınız. Yani eve giriş saatiniz bile olabilir, çıkış saatiniz bile olabilir. Veya duş alma saatleriniz bile olabilir. Çünkü gittiğim zaman görmüştüm. Bazı çocuklar diyor ki: “Ben saat 10’da eve gitmek zorundayım”. Zaten 10’dan sonra duş almak da yasakmış vs. Yani gittiniz aile bunun kurallarını belirleyebiliyor. Aile seçimi konusu biraz şans işi orada, çünkü okula diyorsunuz ki “Bana aile yanında kalmak istiyorum”, okul size karmaşık bir listeden aile atıyor. Artık şansınıza ne çıkarsa..

Kendimi biliyordum, aile yanında zorlanabilirdim. Bunun öngördüm ve dedim ki “Yok ben ayrı kalmak istiyorum”. Yani en azından “shared room”da kalayım. Kendi akranım olsun ve en azından onunla birlikte vakit geçiririm diye düşünüyordum. O nedenle “shared room”lara birazcık odaklandım ve kendime paylaşımlı bir oda tercih ettim.

Tabi okulun bana sunduğu bir şey daha vardı. O da “zone”. İngiltere biliyorsunuz ki “zone”lara ayrılıyor. Zone 1, Zone 2, Zone 3, Zone 4 diye halkalar gibi düşünebilirsiniz. İngiltere haritasını düşünün, şehrin tam göbeği Zone 1, biraz çemberin dışına çıkınca Zone 2 başlıyor. Sonra Zone 3, Zone 4… Yani Zone 6, Zone 7’ye doğru gittikçe artık hem uzaklık artıyor şehir merkezine, hem de İngiltere’nin dışına çıkmış oluyorsunuz. Ama Zone 1’de olduğunuz zaman, tam şehrin göbeğindesiniz.

İşte İngiltere’nin düzeni de burada başlıyor, Zone 1 oldukça çok pahalı ama, diğer Zone’lar nispeten biraz daha ucuz. Ben okulla iletişime geçtiğim zaman birçok alternatifleri vardı. Zone 2’de, Zone 3’te vardı. Zone 1’de vardı ki o çok pahalıydı. O nedenle ben yine ortacı davrandım ve Zone 1 ile Zone 2’nin tam kesişiminde olan bir bölge; Earl’s Court bölgesini seçtim. Oldukça hoş ve cool bir mahalleydi gerçekten. Daha sonra araştırdım ki gerçekten mahalle oldukça iyi bir mahalleymiş, Kensington bölgesi diye geçiyormuş. Orada kalmaktan o kadar keyif aldım ki anlatamam sizlere. Yaptığım en iyi tercih olabilir.

O nedenle gitmeden önce hangi mahalledeki kalacağınızı veya nerede konaklayacağınızı bence iyi belirleyin. Çünkü gittiğinizde aldığınız dil eğitiminden vs. hepsinden en önemlisi akşam eve geldiğinizde kendinizi ne kadar konforlu hissettiğiniz. En önemli şey bu. O yüzden İngiltere’de memnun kalmanızın en büyük sebebi nerede konakladığınız ve bu deneyimi nasıl yaşadığınız. Aile yanında yaşarsınız dediğim gibi böyle sorunlar çıkacak ve siz diyeceksiniz geldiğim güne lanet olsun. Ama kendi başınıza kalırsınız; belki de çok daha keyif alacaksınız. Ben en azından böyle tercih ettim.

Tabi burada şans benim yüzüme biraz güldü. Çünkü ben paylaşımlı oda isteyip, paylaşımlı oda fiyatı ödemiştim. Sonra okul bana ulaştı. Dedi ki “Siz paylaşımlı oda seçtiniz ama ne yazık ki biz bir karışıklık yaptık. Bu kaldığınız odada bir Türk yaşıyor”. Şimdi diyebilirsiniz ne alaka, ırkçılık mı yapıyorlar falan. Hayır, yani onlar istiyor ki siz başka bir kültürden insanla, dilini bilmediğiniz bir insanla, bir odada kalın ki kendinizi geliştirebilirin. Sonuçta odada Türk biri olduğu zaman her gün Türkçe konuşacaksınız. O yüzden size bir faydası olmayacak.

Bana dediler ki “Biz karışıklık yaptığımız için özür dileriz, Türk insanla kalmak istiyor musunuz? Ona göre sizi tek kişilik odaya alacağız”. Haliyle böyle bir teklif gelince de ben de dedim ki, tabii ki de Türk birisi ile aynı odada kalmak istemiyorum. O nedenle beni tek kişilik odaya aldılar ve ben çift kişilik para ödeyerek, tek kişilik odada kaldım. Bu belki de benim oradaki en güzel şansımdı. Çünkü gerçekten ciddi bir fiyat farkı da vardı arasında. Bu fiyat farkına rağmen ben tek kişilik odada kalarak gerçekten muhteşem bir iki ay geçirdim.

Londra Milenyum Köprüsü - © Fotoğraf: TTstudio / Shutterstock
Londra Milenyum Köprüsü – © Fotoğraf: TTstudio / Shutterstock

Maliyeti Nedir?

Bence akıllardaki en önemli sorulardan biri de, maliyeti. Acaba ne
kadar oldu?

Ben şimdi kendim maliyetimi size söyleyeceğim ama bunu paylaşmam ne kadar doğru bilmiyorum. Çünkü ben 2 yıl önce gittim. 2 yıl önceki fiyatlarla şimdiki fiyatlar çok farklı olabilir. Bir de döviz kurları da çok farklı. Ben gittiğim zaman pound 5 liraya yeni ulaşıyordu. Şimdi galiba 8.30, belki 9’a ulaşıyor tam emin değilim. O nedenle dikkat etmelisiniz ki fiyatlar eskiye göre çok daha fazla zamlandı. Şimdi gitmek isterseniz çok daha farklı bir fiyat ödemek zorunda kalacaksınız. Özellikle Türk Lirası ile karşılaştırdığımız zaman.

İngiltere’de dil eğitimi aldığınızda bunun maliyetini aslında siz belirliyorsunuz. Dediğim gibi çok uygun fiyata da bir alternatif var, çok pahalı bir fiyata da bir alternatif var, ortası da var. Yani ben ortasını tercih ettim. Sizin de bütçeniz neyse ona göre bir tercih yapabilirsiniz. Bütçenizi etkileyen şey ders saatleri burada. Yani siz tüm gün ders almak istiyorsanız, bu bütçenizi daha çok fazla zorlayacaktır. Yarım gün almak istiyorsanız, bence en iyi seçenek bu.

Alacağınız kitaplar vs. okula göre değişiyor. Bazı okullar diyor ki: “Siz kitabınızı kendiniz almak zorundasınız”. Bazıları diyor ki: “Ben zaten sana veriyorum”. O yüzden bu konuda dikkatli olun. Çünkü gittiğiniz okul, kitapları size vermiyor olabilir. Ekstradan bir de kitap almak zorunda kalabilirsiniz.

Sadece konaklama ve okul ücretini düşünmeyin. Bunun dışında bir de Londra’nın kendi maliyeti de var. Sonuçta orada ulaşıma, yemeye içmeye harcayacaksınız. Hadi Londra’da müzeler ücretsiz ama onun dışında bazı atraksiyonlar var. İşte London Eye’a çıkacaksınız vs. birçok şey var. Bunlara ekstra para ayırmanız gerekiyor. Bir de bu tarafı da var. Onu da unutmayın, eğer eğlenmek istiyorsanız tabii.

Siz bunları almayabilirsiniz. Yani London Eye’a çıkmasam da olur diyebilirsiniz ama, ben şahsi olarak merak ettiğim için çıkmak istedim. Unutmayın ki bunları da parayla almanız gerekiyor.

Tüm bunları düşündüğümüzde toplam maliyet bana 2200 pound oldu. Yani hem okulun konaklamasını düşünün. Yani Zone 1 ile Zone 2’nin kesişim noktası olduğu için, oldukça da pahalı bir bölgeydi. Onun dışında bir de okula da para verdim. Seçtiğim okul oldukça orta seviye bir okuldu.

Yani ne çok pahalı ne çok ucuz. Ama lokasyonları güzel yerlerdeyi. Okul; Doğu Londra’da, Tower Bridge’a yakın Aldgate denilen bir bölgedeydi. Konaklamam da tam tersi şehrin batı yakasında, Kensington Bölgesi’ndeydi. İkisini düşündüğümüz zaman ben her gün Londra’nın en yoğun metro hattı olan “District Line”ı kullanmak zorunda kaldım. Her gün yaklaşık yarım saattir sürüyordu yol. Yarım saat boyunca aynı metro ile gidip geldim, haberiniz olsun. Ona göre okulunuzun uzakta olmasını çok dert etmeyin. Yani Zone 1 içerisinde en uzak bölge ne kadar uzak olabilir ki zaten…

Ben de dert etmedim. Zaten maksat gezmekti. Her gün Londra’nın en önemli bölgelerinden geçip en doğusuna gidiyordum. Sonra bir daha dönüp en batısına gidiyordum. Şehir zaten bu tam ikisinin ortası olduğu için de, benim için inanılmaz bir deneyim oldu.

Bunun dışında yeme içme masraflarınız var. İşte asıl masraf burası bence. Çünkü onların parasına göre belki ucuz olabilir. Mesela bir Hamburger menüyü düşünüyorsunuz: 4 pound. Türk lirasıyla düşününce belki 8 ile çarpmak zorunda kalabiliyorsunuz. Ama orada yaşayan insanları düşünün. Asgari ücret ve bizimki ile aynı birim seviyesini aldığını düşünelim. Onlar 4 birim öderken, biz burada bir McDonald’s hamburgerine 20 birim ödemek zorunda kalabiliyoruz. Öyle düşününce, aslında oldukça ucuz onlar için. Ama onlar için ucuz olmasına rağmen, onlar bir de pahalı buluyor bunu. Ben bir markete gidip, bir sürü şey alıp, 10 pounda çıkabiliyordum. Türkiye’de 10 liraya markete adım bile atamazsınız. O nedenle orada pound kazanırsanız, oldukça iyi bir hayat sizi bekliyor olabilir. Ama Türk Lirası ile gidersiniz biraz sefillik çekmek zorundasınız.

Bu videoyu tabii orta hallilere göre çekiyorum. Çok zenginseniz belki daha farklı videoları izleyebilirsiniz. Ben biraz daha bütçesini düşünen, ama bir yandan da en iyi eğitimi alıp, en iyi yaşamı yaşamak isteyenler için bir şeyler hazırladım. Ve kendimi de ona göre orada adapte ettim. Ben gittiğim zaman yemeğim çok lüks olmadı. Yani öyle çıktığım zaman fast-food yemekten hiç çekinmedim. Sürekli Burger King, McDonald’s KFC vb. zincirlerde hayat sürdüm. Bir de onların özel mobil uygulamalarına indirdim ki sürekli oradan bir şeyler alırsanız yanında sürekli promosyonlar da geliyor. Ordan günlük 2,5 pounda, 3 pounda bile büyük bir Hamburger menü yediğim oldu.

Okuldan öğlen çıktığım zaman bunları yiyordum. Sonra akşama doğru da orada biraz atıştırmalık, meyve sebze… İşte, kajudur, kuruyemiştir vs. Böyle geçiriyordum zamanımı. Hatta olunca oldukça zayıfladım bu sayede. Hani oldukça yiyorum, özellikle hamburger yiyorum yani düşünün, fast-food yememe rağmen kilo kaybı yaşadım. Çok da hoşuma gitti. Tabii çok da gezmemin de avantajı vardı orada. Ama tabi Türkiye’ye gelince, Türk lezzetleri ile birlikte tekrardan bir kilo alma durumu oldu.

Londra’daki bu kültürel deneyimlerim ile ilgili çok ayrı video hazırladım. Londra’ya gitmeden önce bilmeniz gereken 10 şey diye. İsterseniz onu da izleyebilirsiniz.

Oraya gittiğiniz zaman dert etmeyin, Müzeler ücretsiz olacak. O yüzden bütün müzelere gitmeye çalışın, müzelere gittiğiniz zaman da oradaki açıklamaları okumaya çalışın. Bilmediğiniz kelimeleri öğrenin. Bence en iyi öğrenme şekli bu zaten. Onun dışında okulda öğreniyorsunuz, okulda pratik yapıyorsunuz. Ama yaptığınız pratiği en iyi pekiştireceğiniz yer oradaki sosyal hayat.

Londra Sky Garden (Walkie Talkie Binası) - © Fotoğraf: Pajor Pawel / Shutterstock
Londra Sky Garden (Walkie Talkie Binası) – © Fotoğraf: Pajor Pawel / Shutterstock

Vize almak kolay mı?

Az önce söylediğim maliyetin üzerine bir de vize ücreti var. Türk vatandaşıyız, Avrupa’nın herhangi bölgesinde gittiğimiz gibi, İngiltere’ye de giderken vize almak zorunda kalıyoruz. İngiltere’nin kendi özel vize tarzına başvurmak zorundasınız. Ben bu konuda yine bir danışman tuttum ve onunla başvurdum. Çünkü çalışıyordum. Bir daha vize başvurusuna gidip de onlarla uğraşamazdım. Bir de riske atmak istemiyorum. Çünkü tüm belgelerim tam olsun istedim. En azından danışman her gün bu işi yaptığı için, hangi belgelerin doğru, hangisinin yanlış olduğunu çok iyi bildiğinden dolayı vizeyi direkt alabilme şansına sahip oluyorlar. O nedenle bu profesyonelliği siz onlardan satın alıyorsunuz.

İngiltere’ye ilk kez gidiyorsanız, parmak izi vermeye gitmek zorunda kalabiliyorsunuz. “O zaman niye danışman tutuyorum ki zaten ben kendimde gideceksem” diye düşünüyor olabilirsiniz. Buradaki konu sizin başvuru merkezine gidip gitmemeniz değil. Bence onların bilgisini alıp kullanmak ve vizeye öyle başvurmak… Ben başvurdum, bir danışman ile başvurdum ve toplam 6 aylık bir vize verdiler ve bu vize ile birlikte İngiltere’ye gitme şansım oldu.

Vizeyi alıp almama kolaylığı biraz sizinle, siciliniz ile alakalı. Avrupa Birliği ülkelerine ne kadar giriş çıkış yaptınız. Girip çıktığınızda ne kadar sürede girdiğiniz ülkeden söz verdiğiniz tarihte çıktınız. Hiç bir problem yaşadınız mı? Poliste kaydınız var mı? vs. Bunların hepsi tabii ki bu süreci etkiliyor. Sonuçta onlar size 6 aylık bir vize verecek ve bu 6 ay boyunca onunların ülkesinde kalacaksınız.

Yani bu önemli bir konu. O nedenle ince eleyip sık dokuyorlar. Sizi araştırıyorlar ve ona göre vize veriyorlar. Benim geçmişim temizdi. Çok da Avrupa Birliği ülkesine giriş çıkış yaptığımdan dolayı da oldukça kolay oldu. Eğer sizin hiçbir girişiniz yoksa endişe etmenize gerek yok. Yani bu öyle bir şey değil bence. Sonuçta onların derdi: “Sen buraya dil eğitime gidiyorsun, bir daha ülkene geri dönecek misin?”. En önemli konu bu. O nedenle kesinlikle ve kesinlikle başvuruda: “Orada akrabam var, onun yanında kalacağım” vs. demeyin. Sanki İngiltere’yi hiç bilmiyormuş gibi davranın. “Ben kendim bireysel gidiyorum, işim bitince de geri döneceğim. Senin ülkende hiçbir işim yok” izlenimi vermelisiniz. Eğer bunu demezsiniz, tanıdığım bir akrabam da kalacağım dersiniz yandınız. Onu da araştırıyorlar ve süreç oldukça uzuyor. Haberiniz olsun.

Bence kesinlikle akrabanızı karıştırmayın, kimse yokmuş gibi davranın. Bireysel gittiğinizde de vizeyi çok rahat alabilirsiniz. Korkmanıza gerek yok.

Londra Stansted Uluslararası Havalimanı (STN) - © Fotoğraf: IR Stone / Shutterstock
Londra Stansted Uluslararası Havalimanı (STN) – © Fotoğraf: IR Stone / Shutterstock

Yolculuk ve adaya ilk ayak basma

Vize alındı, okul seçildi, parası ödendi vs. Bütün her şey hazır. Artık gitmeye hazırım. Çıktım İstanbul’dan, havalimanına gittim ve uçuşumu Stansted Havalimanı’na gerçekleştirdim.

Havalimanı’ndan şehre transfer konusunda bilgi vereyim. Stansted mesela uzak bir havalimanıydı ve bölgesel trenler ile şehir merkeze ulaşabiliyordunuz. Ben tren biletini çok önceden aldım. Bunun sebebi de önceden alırsanız daha uygun oluyor yani son güne bırakmayın sakın. Eğer gideceğiniz tarih saat vs. belli ise hiç riske atmayın. Direkt biletinizi alın. Çünkü o gün almaya kalkarsanız, son anda aldığınız biletler her zaman daha pahalı olur, aklınızda bulunsun.

Okul bana bir konaklama bilgisi vermişti. Yani gittiğin zaman bu kişiyi ara, bu kişi sana rehberlik edecek diye… Verilen adrese gittim, evin olduğu adres. Tabii bilmiyorum hiçbir yer, Google Maps’ten baktım. Sonunda buldum. Gittiğim zaman o kişiyi aradığımda cevap veren olmadı. Dedim “Aha kaldık burada”. Çünkü elimde bavul sokağın ortasında bekliyorum. Evin de o ev olup olmadığını bilmiyorum. Çünkü numarası falan da yazmıyordu kapısında.

Dedim ki internetteki fotoğraflarına bakarak benzeyen bir evin kapısına vurayım. Çünkü başkasının evine de vuruyor olabilirdim. Yani 3 katlı 4 katlı birbirine çok benzeyen müstakil evler var. Benim gittiğim yer de müstakil ev gibiydi. Ama her odasını başka bir öğrenciye ayırmışlardı. Normalde düşündüğümüz zaman eski zamanlarda tripleks bir kişinin eviydi orası belki de.

Neyse ki kapıya vurdum. Sonra birisi açtı kapıyı, İngilizce konuşmaya çalışıyorum. Ama hislerimden midir nedir, dedim herhalde bu çocuk Türk. Yani hissediyorum, Türkiye’den geldiği belli.

Herkes orada tabii mükemmel İngilizce konuşmuyor. Geldiğiniz zaman işte “Ne haber, ne için geldin, burası mı” falan diye böyle konuştuk basit basit. Sonra neredensin deyince “Turkey” dedim. Sonra hemen “oo kardeşim durumları oldu yani” o da Türkmüş meğer. Sağ olsun yardımcı oldu, ilgili kişiyi aradı. Uzun zamandır orada kalıyordu. 3–4 aydır orada kaldığı için biraz daha deneyimliydi. İlgili kişiyi aradı. Bütün yükümü aldı benim. Sonra gittim odama yerleştim ve ilk günüm yaşamaya hazır bir hale gelmişti.

Tabii benim uzun yıllardan beri bir hayalim vardı. Eğer İngiltere’ye bir gün gidersem, o yılbaşındaki hava-i fişek gösterisini izlemek istiyordum. Dil eğitimimi de o tarihe denk getirdim. Gittiğim gün 31 Aralık gecesiydi, Yılbaşı akşamıydı. O gece Londra’da büyük bir havai fişek gösterisi gerçekleşecekti. Ben de özellikle yıllardır hayalini kurduğum bir şeyi yaşıyor olacaktım.

Yaklaşık 4–5 saat dondurucu soğukta, hava-i fişeklerin patlamasını bekledim. Ama her şeye değerdi bence çok keyifli bir gün geçirdiğimi söyleyebilirim.

Londra Tower Bridge - © Fotoğraf: Sven Hansche / Shutterstock
Londra Tower Bridge – © Fotoğraf: Sven Hansche / Shutterstock

Okulun İlk Günü

Ben gittiğim zaman Yılbaşı tatili vardı. 1 Ocak’tan sonra tatil bitti, 2 Ocak’ta artık okula gitmeye başladım. İlk sabah okula gittiğim zaman; haliyle sizi tanıma süreci oluyor. Okulu size anlatıyorlar, onun dışında bir seviye tespit sınavı yapıyorlar ve sonunda sizi ilgili sınıfa yerleştiriyorlar. Bana da bir seviye tespit sınavı yapıldı ve ona göre bir sınıfa yerleştim. Sonra o sınıfta derslerimize başlıyor olacaktık önümüzdeki günlerde.

Okulun ilk günü hocalarınızla tanışıyorsunuz ve aynı derste okuyacağınız arkadaşlarınıza tanışıyorsunuz. Seviye tespiti yapıldıktan sonra bizi hemen ilk derse aldılar. Hem bizim seviyemizi ölçmek, hem tanımak adına çeşitli atraksiyonların da olduğu keyifli bir ders geçirdik.

Gittiğiniz okula bağlı olarak, sınıf arkadaşlarınızın da dengesi değişiyor. Mesela bazı okullar ırk konusuna çok dikkat ediyorlar. Aynı dili konuşan insanları, aynı sınıfa çok fazla sokmamaya çalışıyorlar ve bu konuda adil davranmaya çalışıyorlar. Benim gittiğim sınıfta da sadece bir tane Türk vardı. Özetle keyifli geçtiğini söyleyebilirim ilk dersin.

Londra Küçük Venedik (Little Venice, Paddington) - © Fotoğraf: I Wei Huang / Shutterstock
Londra Küçük Venedik (Little Venice, Paddington) – © Fotoğraf: I Wei Huang / Shutterstock

İngiliz aksanı zor mu?

Küçüklüğümüzden beri devlet okullarında bize öğretilen aksan, aslında Amerikan aksanı. İngiliz aksanı ile ilk tanıştığınız zaman birazcık afallayabiliyorsunuz. Çünkü kelimeleri yutuyorlar, R’leri söylemiyorlar. Bize öğretilen kelimelerin, İngiltere’deki telaffuzları çok farklı olabiliyor. O nedenle ilk başta anlama zorlukları çekebiliyorsunuz. Ama zamanla onları dinleye dinleye bu sorun çözülüyor. Gittiğinizde herkesin İngilizcesi mükemmel olmayacak o sınıfta, öğretmenleriniz de zaten bu konuyu biliyor olacaklar. Ondan korkmanıza gerek yok. Hata yapmaktan korkmayın. Yanlış bir şey söylemekten çekinmeyin. Oldukça keyifli bir süreç. Eğlenin, gerisini onlara bırakın. Hata yaparsam bana gülerler mi, dalga geçerler mi falan… Bunlar çok Türkiye’deki konularımız. Oraya gittiğinizde bu konuların aslında gündeme bile gelmediğini görüyorsunuz. Çünkü herkesin derdi bu dili öğrenmek. Bizimki gibi “Konuşamadı, dalga geçelim” falan değil.


Aksan konusunda yaşadığım 2 olaydan bahsedeceğim.

Bir tanesi KFC’de yaşadığım bir olaydı. İlk gün yemek yemeye, haliyle en bildiğim yer olduğu için, riske atmadan oraya gittim. Dedim gidip en basit menüden alayım. Gittim, sıra bana geldi ama arkada bir kuyruk var, inanamazsınız yani. Tam öğle temek saatinde gitmişim ve çok kalabalıktı. Arkada bir yığın kuyruk var. En önde benim, oradaki görevlinin de şansıma hem Hint aksanı ile konuşması, hem de İngiliz aksanı ile konuşması. Ben zaten İngiliz aksanını anlayamıyorum. Kaldı ki bir de Hint aksanını kattı yani.

O an dedim ki ben bu zamana kadar hiçbir şey öğrenmemişim herhalde, bir strese girdim anlatamam size. Kuyruk olmasa belki biraz daha güle oynaya süreci atlatırdım ama. İnsanlar da bekliyor acıkmış, sana bakıyorlar uzaktan vs. O nedenle dedim ki hani artık bildiğim şey Zinger Burger hani, şunu ver. Veya bir box ver de ne verirsen ver. Ekstra bir şeyi karıştırmadan ödedim ve geçtim. Ama sonradan bu yaşadığımı hatırladıkça çok güldüm. Çünkü son günlerde artık muhabbet eder seviyeye gelmiştim o kişilerle. İlk gün bu macerayı yaşamanız çok doğal. O yüzden hayata küsmeyin. Ben mesela diyordum ki “O kadar para verdim, en iyisi ben paramı geri alayım da vazgeçeyim, geri döneyim”. Çünkü “Hiç gerek yok, ben hiçbir şey anlamıyorum. Bu sevdadan vazgeçeyim”. Ama merak etmeyin, sonradan bunu aşıyorsunuz. O nedenle kendinizi üzmeyin.

Bir diğer ikinci hikayem de, bir yeri geziyordum böyle nehrin karşısı ile Ilgili bir soru sordum. Tam sorunun ne olduğunu hatırlayamıyorum açıkçası ama “river” kelimesini kullandığımı hatırlıyorum. “River” hani “nehir” demek. Nehir ile ilgili bir şey söyledim. Ve “River” dedim. Adam “what what” falan diyor. Yani “River” yani, nasıl anlatabilirim? Sonra yazdım telefonuma “River” diye. Adam şöyle yaptı “Haaa rivaa…”. Yani inanamadım. Çünkü ben “River” diyorum anlamıyor ve kendi aksanına göre “Rivaa”…

Burada kelimelerin yutulduğu unutmayın. Size de böyle bir eğitim veriyorlar tabii artık alışıyorsunuz buna ama, ilk gittiğiniz zamanlarda Amerikan aksanını öğrendiğiniz için zorluk yaşabiliyorsunuz.

Londra Borough Market (Kent Pazarı) - © Fotoğraf: KeongDaGreat / Shutterstock
Londra Borough Market (Kent Pazarı) – © Fotoğraf: KeongDaGreat / Shutterstock

Irkçılık var mı?

Irkçılık da genel dünya sorunu. Bundan da biraz bahsetmek isterim. Başıma geldi mi gelmedi mi diye.

Orada gittiğim zaman dil okulundaki herkes çeşitli ülkelerden geliyordu. İşte ben gittiğimde Brezilyalısı vardı, Ukraynalısı vardı, Rus’u vardı, Libyalısı vardı, Faslısı vardı… Hani çok ülkeden, çok karmaşık ülkelerden insanlar, dil öğrenmeye İngiltere’ye geliyorlar. Çok büyük bir kültür karması ile orada birlikte yaşıyorsunuz. Herkes birbiriyle arkadaşlık kurmaya çalışıyor.

0*iATO 3Rhdc4qSQn4

Çok fazla ırkçılık yaşamadım. Irkçılıktan ziyade topluca gelen gruplar arasındaki gruplaşma büyük bir problemdi. Çünkü oraya gittiğinizde göreceksiniz. Belki siz iki üç aylık okul aldınız veya 6 aylık gittiniz. Ama bazıları sanki böyle tur paketinde satılıyormuş da sanki tatile gelmiş gibi, 1–2 haftalık eğitimler alanlar da olabiliyor.

Benim gittiğim zaman Brezilyalı bir grup vardı mesela. Sanki onlara bir tur paketi satmışlar ve “Biz size Madrid, Paris seyahati hediye ediyoruz. Bir de yanında Londra’da minik bir dil eğitimi alacaksınız” demişler gibi getirip bizim sınıfta eğitime soktular. Ama herkes orada Brezilyalı, hepsi birbirini tanıyor. Büyük bir grupla gelmişler. O nedenle kendi aralarında bir gruplaşma olup başka kimseyle konuşmama gibi durumları vardı. Bir de haftasonları gidiyorlardı Madrid’e, Paris’e. Tatile gelmişlerdi yani.

Biz dil eğitimine gelmiştik. Orada gerçekten dil eğitimine gelen insanlar sizinle aynı endişeleri paylaşıyor ve sizinle muhabbet etmeye çalışıyor zaten. O yüzden korkmanıza gerek yok. Hani çok ırkçılık yaşanmıyor. Sizin başka bir insana ırkçılık veya saygısızlık yapmadığınız sürece.

0*c HUrLoIt3TdUINK

Siz insanlara gülümsediğiniz ve iyi davrandığınız sürece, bunun karşılığını çok rahat alıyorsunuz. Ben gittiğimde çok da keyifli vakitler geçirdim. Çok sayıda insanla tanıştım. O nedenle bu konuda çok fazla kendinizi sıkmanıza gerek yok. Kimsenin ırkınızla pek alakası da yok. Ha olanlar da vardır mutlaka. Ama öyle kişilere çok fazla denk gelmedim. Belki de şansımdı. Ben şahsi olarak da ırkçı biri olmadığım için herkesle çok rahat anlaştım.

Okul dışı neler yapılabilir?

Ve okul dışı aktivitelere gelelim. Hep başından beri söylüyorum. Dersleri mutlaka öğleden sonraya kadar alın ve öğleden sonra hayatınıza bakın.

Ben okuldan çıktıktan sonra çeşitli videolar çekiyordum, kendimi geliştirecek şeyler yapıyordum. Müzelere gidiyordum. Oradaki açıklamaları okuyordum. İnsanlarla zaman geçiriyordum. Ortamı soluyordum. Çeşitli kütüphanelere gidip orada insanların yaşayış tarzlarını inceliyordum gibi gibi şeyler…

Benim bir şansım daha vardı ki orada tanıdığım insanlar vardı. Bana destekleri olan, yardımları olan insanlar da oldu. Bu nedenle çok fazla yabancılık çekmedim.

Sadece alışamadığım tek bir şey vardı, o da yolların ters olması. Yani trafiğin diğer taraftan akmasıydı. Türkiye’ye göre tam tersi bir trafik akışı var. O nedenle bir kere bisiklete bindiğimde büyük bir sorun yaşadım. Şeritleri karıştırdım. Çünkü kafanız çok karışıyor ve karşıdan karşıya geçerken zorlanıyorsunuz. Çünkü nereden araba geleceği belli değil. İlk gittiğiniz gün buna çok dikkat edin.

Yollarda zaten yerde yazıyor. Sağa bak, sola bak vs. gibi uyarılar da var. Ama hangi yöne baktığınız, büyük bir problem. Ben bunu çok yaşadım. Çünkü tam tersten yaşamak zorundasınız hayatı. Metro istasyonları bile buna göre kurulmuş durumda, haberiniz olsun.

Bunun dışında herkesle arkadaş olabilirsiniz, sınıfınızdan kişilerle arkadaş olabilirsiniz. Öğleden sonra veya okuldan çıktıktan sonra, faaliyetlere onlarla birlikte gidebilirsiniz. Çünkü tek başına gittiğinizde sadece kendi kendinizi geliştiriyorsunuz, ama onlarla birlikte gittiğiniz zaman konuşmaya çalıştığınız için ekstra bir gelişim imkanı size sağlıyor.

Benim şansım şöyle oldu. Mesela, tanıştığım insanlar daha sonra İstanbul’a gelmek istediklerinde onları burada ağırladım, gezdirdim vs. Yani böyle güzel yanları da oluyor. Orada kurduğunuz arkadaşlıkların çok güzel geri dönüşleri de oluyor gelecekte. O nedenle keyfini çıkarmaya çalışın. İngiltere zaten çok güzel bir yer, Orada hiçbir sorun yaşamadan hayatınızı yaşayabilirsiniz. İnsanlar birbirine çok saygılı.

Her zaman söylüyorum, geçen içeriğimde de söyledim. Teşekkür etmeyi, insanları kibar davranmayı unutmayın. Çünkü böyle davrandığın sürece insanlar da size bu şekilde davranıyor var. Burada iş biraz sizde bitiyor. Yani siz ne kadar saygılı olursanız insanlar da size karşı o kadar saygılı. Ne yaparsınız onu biçersiniz, bunu söyleyeyim, en önemli konu bu zaten.

Bütün deneyimlerimi elimden geldiği kadar size aktarmaya çalıştım. Elbette unuttuğum, kaçırdığım yerler olmuş olabilir. Aklınıza bir soru takıldıysa mutlaka alttaki yorum bölümünden bana sorabilirsiniz. Elimden geldiğince cevaplamaya çalışırım.

Onun dışında beğendiyseniz bu videoyu beğenmeyi ve kanalıma abone olmayı sakın unutmayın. Eğer bu videoyu izledikten son gitme konusunda heyecanlandıysanız mutlaka bu planınızı yapın. Sakın ertelemeyin. Gittiğinizde sizi çok keyifli bir ortam sizi bekliyor olacak.

Dediğin gibi biraz da bu ortamı yaratmak sizin elinizde. Bir çok şey söyledim. Hepsini aklınızda tutun, ona göre sizin için en iyi olan planı yapın derim.

Kendinize iyi bakın, hoşçakalın.

Londra'yı merak ediyor musunuz?

İngiltere’nin siyasi, ekonomik ve kültürel başkenti olan ve dünya çapında ses getirmiş turistik mekanlarıyla ünlüdür Londra'yı Gezimingo'da keşfedebilirsiniz.

Bu içeriği paylaşın

Seyahat Bültenimize Abone Olun

Ücretsiz bültenimize abone olmak için e-posta adresinizi aşağıya girebilirsiniz.

Görüşünüzü Bildirin

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir